Afrika’da Çin’in Mineral Diplomasisi

Küresel ekonomi 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken teknoloji ve güvenlik merkezli çok katmanlı bir dönüşümün içinden geçmektedir. Yarı iletkenlerden askeri teknolojilere, elektrikli araçlardan uzay araştırmalarına kadar geniş bir kullanım alanı bulunan nadir toprak elementleri bu dönüşümün merkezinde yer alan temel unsurlardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda nadir toprak elementleri, ekonomik yönünün yanı sıra devletlerin güvenlik stratejilerinde de belirleyici bir unsur haline gelmektedir.

Afrika’nın nadir toprak elementleri açısından zengin rezervleri kıtayı vazgeçilmez bir merkez haline getirmektedir. Kıtanın rezerv zenginliğinin bir göstergesi olarak Uluslararası Para Fonu (IMF) önümüzdeki 25 yılda Sahra Altı Afrika’nın yalnızca nadir toprak elementlerinden elde edebileceği potansiyel gelirin en az 2 trilyon dolar olduğunu hesaplamıştır. IMF ayrıca doğru yönetilmesi halinde bölge ekonomilerinin önümüzdeki 25 yılda %12’ye varan bir GSYİH artışı yakalayabileceğini belirtirken, Uluslararası Enerji Ajansı kritik minerallere olan küresel talebin 2040’a kadar dört kat artacağını öngörmektedir.

Çin ise nadir toprak elementleri alanında rezerv, üretim ve işleme kapasitesi açısından açık ara lider konumdadır. 44 milyon ton ile küresel rezervlerin yaklaşık yarısına tek başına ev sahipliği yapan Çin, üretim zincirinin diğer aşamalarında da belirleyici bir üstünlüğe sahiptir. Ülke, küresel nadir toprak elementleri üretiminin yaklaşık %60’ını ve küresel işleme kapasitesinin %91’ini tek başına gerçekleştirmektedir. Bu durum Çin’i nadir toprak elementlerinin yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülmesinde bir tekel haline getirmektedir.

Kaynak: Bloomberg

Çin’in nadir toprak elementleriyle ilişkili sektörlere sağladığı yoğun devlet desteği, zengin rezervlerine rağmen yüksek teknolojili üretim kapasitesini hızla genişletmiş ve bunun sonucunda iç talep yerli arzın üzerine çıkmıştır. Bu nedenle Çin 2024 yılında yaklaşık 1,5 milyar dolar değerinde olan 129.500 ton nadir toprak elementi ithal etmek durumunda kalmıştır. Aynı dönemde ihracatının yalnızca 17.700 ton seviyesinde kalması, Çin’in nadir toprak elementleri sektöründe temel olarak iç piyasayı beslemeye yöneldiğini göstermektedir.

Çin’in Afrika’daki Lojistik Hakimiyeti ve Alternatif Girişimler

Nadir toprak elementleri alanında açık bir üstünlüğe sahip olan Çin’in bu başarısında rezerv hakimiyeti ve teknolojik atılımlarının yanı sıra Afrika’da sahip olduğu lojistik hakimiyet de önemli bir yere sahiptir. Bu lojistik hakimiyetin sağlanmasında Çin’in Afrika’da kontrol ettiği limanlar ve demiryolları büyük rol oynamaktadır. Afrika’nın nadir toprak elementleri, Çin’in kontrol ettiği demiryolu ağlarıyla yine Çin’in kontrol ettiği limanlara taşınmakta ve buradan da işlenmek üzere Çin anakarasına ihraç edilmektedir.

Çin’in bu lojistik hakimiyetinin en önemli ayağını liman yatırımları oluşturmaktadır. Günümüzde Afrika’da tam 32 ülkede 78 liman Çin şirketleri tarafından finanse edilmekte, inşa edilmekte veya işletilmektedir. Bu sayı tüm kıtanın liman altyapısının yaklaşık üçte birine denktir. Çin, limanlar üzerinde elde ettiği stratejik erişim hakkının yanı sıra Afrika limanlarına yaptığı her 1 dolarlık yatırım karşılığında 13 dolar kazanarak bu limanlardan önemli bir maddi gelir de sağlamaktadır.

Çin’in Afrika limanları üzerindeki bu geniş kapsamlı etkisi çoğu zaman “borç karşılığı liman” (debt-for-port) olarak tanınan daha geniş bir finansman modelinin parçası olarak değerlendirilmektedir. Pekin’in sağladığı büyük ölçekli krediler birçok Afrika ülkesi için ana finansman kaynağı haline gelirken bu kredilerin geri ödenemediği durumlarda Çin şirketleri uzun vadeli işletme hakları elde edebilmektedir. Çin’e en çok borcu olan 20 ülkenin 11’inin Afrika’da yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda önümüzdeki dönemde “borç karşılığı liman” stratejisinin Afrika’da daha fazla örneğini görebileceğimiz söylenebilir.

Çin, liman işletmelerinin yanı sıra demiryolu yatırımlarıyla Afrika’da etkisini artırmaktadır. Çin’in Afrika’da öne çıkan demiryolu projeleri arasında Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’dan Cibuti Limanı’na ve Burundi’den Tanzanya’nın Darüsselam Limanı’na ulaşan demiryolu projeleri ön plana çıkmaktadır. Bu projeler, Çin’in Afrika’da kontrol ettiği maden sahalarını okyanus bağlantısına sahip olan limanlara bağlayarak nadir toprak elementlerini kendi tedarik zincirine entegre etme stratejisinin en somut örnekleri olarak değerlendirilmektedir.

Bu demiryolu projelerinin yanı sıra son olarak Zambiya’dan Tanzanya’nın Darüsselam Limanı’na uzanan 1860 kilometre uzunluğundaki TAZARA Hattı’nın modernizasyon projesini 1,4 milyar dolarlık bir anlaşmayla Çin üstlenmiştir. Nadir toprak elementleri ile birlikte bakır, lityum ve kobalt tedarikinde önemli rol oynaması planlanan demiryolu hattının modernizasyonu karşılığında Çin, hattın 30 yıllık işletme hakkını da elde etmiştir. Bu hat, Çin’in Afrika içlerindeki maden sahalarını kıyı limanlarına bağlayan bütüncül tedarik zinciri mimarisinin önemli bir halkası olarak değerlendirilmektedir.

Çin’in TAZARA Hattı modernizasyonundan doğrudan etkilenecek ülkeler olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya ve Zambiya nadir toprak elementlerinin yanı sıra kıtanın bakır ticaretinin %86’sına sahip olmakla öne çıkmaktadır. Büyük resme baktığımızda, Afrika’nın nadir toprak elementlerinin %56’sı Çin’e ihraç edilirken AB’nin payı sadece %14 seviyesindedir. ABD ise bu denklemde kayda değer bir rol oynamaktan şu an için çok uzakta yer alsa da yeni girişimlerle tedarik güvenliğini sağlamayı ve Afrika ülkelerine Çin haricinde bir alternatif sunmayı hedeflemektedir.

ABD’nin nadir toprak elementleri alanında Afrika’da sürdürdüğü girişimlerden Lobito Koridoru öne çıkmaktadır. Koridorun tıpkı TAZARA Hattı gibi Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Zambiya’dan başlaması planlanmakta ancak Batı Afrika’da yer alan Angola’nın Lobito Limanı’ndan deniz ticaretine açılması amaçlanmaktadır. ABD’nin nadir toprak elementlerinde %95 oranında dışa bağımlı olması ve ABD Jeoloji Servisi’nin ulusal güvenlik açısından kritik saydığı 50 mineralin 32’sinin Afrika’da bulunması bu girişimin önemini gözler önüne sermektedir.

ABD’nin Lobito Koridoru’na benzer şekilde, AB’nin 300 milyar euro değerindeki Global Gateway Girişimi ve Japonya’nın Nacala Koridoru Girişimi, Çin’in nadir toprak elementleri alanındaki tedarik hakimiyetini kırmayı amaçlamaktadır. Ancak ABD, AB ve Japonya’nın söz konusu projeleri Çin’in girişimleriyle kıyaslandığında oldukça sınırlı ve henüz başlangıç aşamasında kalmaktadır. Bu durum, Pekin’in bölgedeki tedarik zinciri üstünlüğünün kısa vadede ciddi bir alternatifle dengelenmesinin zor olduğunu göstermektedir.

Çin’in Afrika’daki Maden Stratejisi

Çin, sahip olduğu bu lojistik üstünlüğü Afrika’da yürüttüğü maden projeleriyle entegre bir biçimde kullanmaktadır. Kıtadaki birçok büyük ölçekli madencilik faaliyeti, ilgili devletlerin maden gelirlerini teminat olarak göstererek Çin’den finansman sağladığı kaynak teminatlı kredi modelleri üzerinden finanse edilmektedir. Örneğin Demokratik Kongo Cumhuriyeti kobalt, Gana boksit, Angola ise petrol kaynaklarını teminat göstererek Çin’den kredi almaktadır. Bu finansman modeli, Çin’e madencilik sahalarında ve bölgesel ticaret ağlarında kalıcı bir etki alanı oluşturma imkanı sunmaktadır.

Çin benzer bir stratejiyi Afrika’daki nadir toprak elementlerine erişimde de uygulamaktadır. Tanzanya’daki Ngualla projesinde görüldüğü üzere, Exim Bank’ın sağladığı altyapı finansmanı ile Çinli şirketlerin üretim başlamadan yaptığı uzun vadeli satın alma (offtake) anlaşmaları birleşerek nadir toprak elementlerinde fiili bir tedarik zinciri kontrolü oluşturulmaktadır. Bu model kaynak teminatlı krediler kadar doğrudan görünür olmasa da Çin’e maden çıkarımından işleme aşamasına kadar tüm süreci yönlendirme olanağı sağlayarak Afrika’nın nadir toprak elementlerini Çin’in küresel değer zincirine eklemlemektedir.

Nadir toprak elementlerinin küresel piyasa değeri son 20 yılda 53 milyar dolardan 378 milyar dolara kadar yükselmiştir. Buna rağmen Afrika ülkeleri bu muazzam pazardan elde edebileceği potansiyel gelirin yalnızca %40’ını alabilmektedir. Son yıllarda Afrika ülkeleri bu ekonomik dengesizliğin önüne geçmek amacıyla ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik politika değişikliklerini hayata geçirmektedirler. Örneğin Zimbabve, Tanzanya ve Gana gibi ülkeler işlenmemiş lityum ihracatını yasaklayarak işleme tesislerinin ülkelerinde kurulmasını zorunlu tutan düzenlemeler getirmiştir.

Afrika Birliği’nin yayımladığı “Afrika Madencilik Vizyonu” kıtanın yalnızca ham madde ihraç eden bir kaynak ekonomisi olmanın ötesine geçerek madenleri işleyen, teknolojik dönüşüm üreten ve katma değerin büyük bölümünü kendi içinde tutan bir bölgesel ekonomik güç haline gelmesini hedeflemektedir. Bu vizyon, Afrika devletlerinin gelecekte kendi madenleri üzerinde daha fazla stratejik özerklik kurma isteğini açık biçimde yansıtmaktadır. Aynı zamanda, uzun süredir kıtayı etkileyen “kaynak laneti” (resource curse) sorununa karşı geliştirilmiş yapısal bir politika tepkisi niteliği de taşımaktadır.

Afrika’nın bu yeni yönelimleri, Çin’in bölgedeki tedarik zinciri mimarisiyle giderek daha belirgin bir gerilime neden olmaktadır. Zira Pekin’in altyapı finansmanı, uzun vadeli offtake anlaşmaları ve liman–demiryolu ağları üzerine inşa ettiği model Afrika’nın madenlerini mümkün olan en erken aşamada ve işlenmemiş halde küresel sisteme aktarmaya dayanmaktadır. Buna karşılık Afrika Madencilik Vizyonu, ham madde ihracatını sınırlayıp işleme süreçlerini yerelleştirerek katma değerin kıta içinde kalmasını hedeflemektedir.

Dolayısıyla Afrika’nın başta nadir toprak elementleri olmak üzere madencilik sektörünü kıta içinde derinleştirme çabaları, Çin’in mevcut tedarik üstünlüğüyle doğrudan çelişmektedir. Afrika ülkeleri bu nedenle hem kalkınma hedefleriyle uyumlu politikalar üretmeye hem de Çin’in sunduğu finansman ve pazar erişimi imkanlarını dengelemeye yönelik daha karmaşık bir stratejik pozisyon almaya zorlanmaktadır. Bu durum, Afrika’nın gelecekte kendi özerk değer zincirini inşa edip edemeyeceğinin küresel rekabetin önemli belirleyicilerinden biri haline geleceğini göstermektedir.

Nadir Toprak Elementlerinin Çevresel ve Toplumsal Maliyeti

Afrika’nın nadir toprak elementlerinin kontrolsüz biçimde çıkarılması çevreye de geri dönüşü olmayan zararlar vermektedir. Tanzanya’da yoğunlaşan lityum madenciliği su kaynaklarının kirlenmesine yol açarken, Mozambik ve Madagaskar’da denetimsiz nadir toprak madenciliği tarım arazilerinin yok olmasına neden olmaktadır. Bu durum, sürdürülebilir enerji dönüşümünün jeopolitik ve ekonomik açıdan “yeşil” görünse de gerekli düzenlemeler olmaksızın uygulandığında çevresel açıdan son derece yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir.

Diğer yandan, nadir toprak elementlerinin düzenlemeler olmaksızın yoğun biçimde çıkarılması birçok Afrika ülkesinde ciddi toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Örneğin Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde çoğu çocuklardan oluşan 140.000 ila 200.000 madenci zehirli atıklarla iç içe çalışmak zorunda kalmaktadır. Benzer şekilde, Nijerya’nın Zamfara bölgesinde kontrolsüz altın madenciliği sonucunda meydana gelen kurşun zehirlenmesi, madenlerde çalışan 400 ila 500 çocuğun hayatını kaybetmesine neden olmuştur.

Çevre politikası literatüründe bu durumun yaşandığı bölgeler “kurban bölgeler” (sacrifice zones) olarak adlandırılmaktadır. Bu kavram, modern ekonomilerin ihtiyaç duyduğu enerji ve teknoloji altyapısının ekolojik maliyetlerinin belirli coğrafyalarda yoğunlaştırılmasını ifade eder. Gelişmiş ekonomiler elektrikli araçlar, güneş panelleri ve rüzgar türbinleri gibi çevreci teknolojilere hızla geçerken bu teknolojilerin üretim süreçlerinde ortaya çıkan kirlilik ve ekolojik tahribat gibi yükler çoğunlukla Afrika gibi yönetim kapasitesi sınırlı olan, düzenleme eksiklikleri bulunan ve çevresel denetimin zayıf olduğu bölgelerde birikmektedir.

Bu durum literatürde “yeşil emperyalizm” (green imperialism) olarak adlandırılan yapısal dinamiğe işaret etmektedir. Fosil yakıtlardan çıkışı hızlandırmak isteyen gelişmiş ülkeler kendi çevresel yüklerini azaltırken Afrika sahalarını yüksek riskli ve düşük düzenlemeli üretim merkezlerine dönüştürmektedir. Bu şekilde sömürgeci dönemin ham madde çıkarım mantığı yeni bir biçimde varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla enerji dönüşümünün gerçekten adil bir dönüşüm olabilmesi ancak geri kalmış bölgelerdeki ekonomik faaliyetlerin sömürge ilişkilerini yeniden üretmeyecek şekilde düzenlenmesiyle mümkündür.

Sonuç olarak Afrika, sahip olduğu nadir toprak elementleri nedeniyle küresel ekonominin merkezinde yer almaktadır. Çin ise bu kaynakların çıkarılmasında etkin bir aktör olmanın ötesine geçerek demiryolları, limanlar ve diğer kritik altyapı unsurları aracılığıyla söz konusu elementleri kendi küresel tedarik zincirine başarıyla entegre etmektedir. Bu durum, nadir toprak elementleri gibi stratejik sektörlerde tedarik zinciri üstünlüğünün uluslararası rekabette giderek daha belirleyici bir konuma yükseldiğini göstermektedir. Dolayısıyla Çin’in Afrika’nın kaynakları üzerinde kurduğu lojistik ve ekonomik hakimiyet, önümüzdeki dönemde küresel güç dengelerini şekillendirecek en kritik unsurlardan biri haline gelmektedir.
Gri Bölge
11 Aralık 2025
Çin, Afrika’nın mineral zenginliğini küresel tedarik zinciri üstünlüğüne nasıl dönüştürdü?