#14

#15 Gri Bölge

Trump Döneminde Amerikalı Olmak

ABD’de peş peşe yaşanan gelişmeler göç ve vatandaşlık politikalarının doğrudan bir ulus tahayyülü meselesi olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Geçtiğimiz hafta ABD Yüksek Mahkemesi, Donald Trump’ın doğumla vatandaşlık hakkını sınırlamayı hedefleyen yürütme emrini ele almayı kabul ederken ABD’ye vizesiz seyahat hakkı bulunan turistlere ise sosyal medya geçmişlerini bildirme zorunluluğu getirecek yeni tedbirler yayımlandı.

Bu gelişmelerin yanı sıra Trump’ın Demokrat vekil Ilhan Omar gibi Somali kökenli ABD vatandaşlarını “çöp” olarak tanımlaması ve Avrupa’yı göç konusunda “zayıf” olarak nitelendirmesi ABD’de göç ve vatandaşlığa dair tartışmaları alevlendiren diğer gelişmeler olarak dikkat çekiyor. Trump’ın toplum ve güvenlik başlığı etrafında şekillenen bu adımları “Amerikalı olmaya” dair tartışmayı hukuki, politik ve kültürel bir zemine taşıyor.

Kaynak: Reuters

Muhafazakarların altıya üç çoğunlukta olduğu ve üç yargıcın geçtiğimiz dönemde bizzat Trump tarafından atandığı ABD Yüksek Mahkemesi’nin ele almayı kabul ettiği dava, Trump’ın ikinci döneminin ilk gününde imzaladığı kararnameye dayanıyor. Bu kararname, ülkede yasa dışı olarak bulunan veya geçici statüyle yaşayan insanların ABD’de doğan çocuklarına artık otomatik olarak vatandaşlık verilmemesine dayanıyor.

Alt mahkemeler geçtiğimiz dönemde bu kararnameyi 1868’de eski kölelerin ve onların çocuklarının vatandaşlık statüsünü güvence altına almak için kabul edilen anayasa değişikliğine aykırı bulmuştu. Bu anayasa değişikliği ile ABD vatandaşlığı kan bağı esasına dayanan jus sanguinis ilkesinin aksine toprak esasına dayanan ve ülke topraklarında doğan herkese vatandaşlık verilmesini öngören jus soli ilkesine dayanıyor.

Yüksek Mahkeme’nin vereceği karar, gelecekte doğacak çocukların yanı sıra halihazırda kendisi veya ebeveynleri doğumla vatandaşlık hakkı kazanmış olan milyonlarca insanın tamamını ilgilendiren sembolik bir eşik. Karar ne yönde olursa olsun Amerikan vatandaşlığının artık tartışmasız bir statü olmadığı mesajı ise çoktan verilmiş durumda. Zira bu insanlar hukuken Amerikalı olsalar da siyasal söylemde de giderek dışlanıyor.

Geçtiğimiz günlerde Trump’ın Somali kökenli göçmenler hakkında kullandığı ifadeler de siyasal söylemin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli. Trump, Somalili göçmenler hakkında açıkça “onları ülkemizde istemiyorum” ifadesini kullanırken sözlerine “ülkemize çöpleri almaya devam edersek yanlış yolda ilerleriz” şeklinde devam etti. Ayrıca Trump Somali’nin “cehennem” olduğunu belirterek Somali asıllı ABD vatandaşlarına “gidip ülkenizi düzeltin” çağrısında da bulundu.

Bu adımlar “Amerikalı olmaya” dair tartışmaları tekrar ve daha görünür bir biçimde gündeme taşıyor. Bir yandan vatandaşlık hakkının kısıtlanmasına dair hukuki adımlar atılırken diğer yandan söylem düzeyinde ABD’nin “diğer” vatandaşları dışlanmaya devam ediyor. Böylece uzun yıllar boyunca dünyanın dört bir yanından gelen insanlar için bir umut olarak görülen Amerikan vatandaşlığı, Trump yönetiminin güvenlik tahayyülü etrafında yeniden şekilleniyor.

Bir yandan vatandaşlık tartışmaları sürerken diğer yandan ABD sınır güvenliği dijital veriler üzerinden yeniden tanımlanıyor. Daha önce öğrenci ve H-1B vizeleri kapsamında başlatılan sosyal medya taramalarının kapsamının ABD’ye vizesiz giriş hakkı bulunan ülkelerin vatandaşlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi planlanıyor. Bu düzenlemeyle birlikte, söz konusu kişilerden son beş yıla kadar uzanan sosyal medya geçmişlerini beyan etmeleri istenecek.

Trump düzenlemeyi “yanlış insanların ülkeye girmesini istemiyoruz” sözleriyle savunurken bu uygulamanın bir tür ön tarama mekanizması olacağı vurgulanıyor. Öneriye göre ise “yanlış insan” kategorisi, sosyal medya geçmişinde “yabancı teröristleri ve ulusal güvenliğe yönelik diğer tehditleri savunan, bunlara yardım eden ya da destek verenler” ile birlikte “yasadışı antisemitik taciz veya şiddet eylemlerinde bulunanlar” şeklinde tanımlanıyor.

İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü soykırıma karşı başta üniversiteler olmak üzere farklı alanlarda düzenlenen protestolara katılanların “antisemitizm” gerekçesiyle gözaltına alındığı vakalar dikkate alındığında, yasa taslağında yer alan bu ifadelerin son derece geniş ve muğlak bir yorum alanına açık olduğu görülüyor. Diğer bir deyişle artık Amerika’da olmak veya Amerikalı olmak ancak belirli sınırların içinde kalmakla mümkün.

Üstelik Trump’ın göç konusundaki sert söylemi sadece ABD ile sınırlı değil. Geçtiğimiz haftalarda Avrupa’ya yönelik yaptığı açıklamalar, göçü teknik bir güvenlik meselesinin ötesine taşıyarak adeta bir “medeniyet krizi” olarak çerçeveliyor. Avrupa’nın “zayıf” ve “çürümekte” olduğunu belirten Trump, bu durumu doğrudan göç politikalarına bağlayarak göçmenleri Batı’nın kültürel ve siyasal bütünlüğünü aşındıran bir tehdit olarak niteliyor.

Trump’ın göçmenleri Batı’nın kültürel ve siyasal yapısını tehdit eden bir unsur olarak sunan yaklaşımı, Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezini hatırlatan bir anlayışa dayanıyor. Bu bakış açısına göre göç olgusu, “Batı medeniyetinin korunması” gerektiği fikri üzerinden politik bir nitelik kazanırken kimlik, aidiyet ve kültürel üstünlük tartışmalarının da merkezine yerleşiyor.

Donald Trump tarafından geçtiğimiz haftalarda atılan bu adımlar “ulusal güvenlik” gerekçesiyle savunuluyor. Böylece güvenlik anlayışı giderek kimlik siyasetiyle iç içe geçiyor. Vatandaşlık ve hatta seyahat hakkı artık bireysel eylemlerden ziyade köken, kimlik ve aidiyet üzerinden değerlendirilmekte. Yıllar boyunca göçmenlerin hayallerini süsleyen ve “açık toplum” olmakla övünen ABD ise bu adımlarla giderek güvenliği özgürlüklerin önüne koyan dışlayıcı bir ulus tahayyülüne doğru savruluyor.

Rusya’nın Yabancı Asker Ağı

Geçtiğimiz günlerde Ukrayna Savaş Esirleri Koordinasyon Merkezi Genel Sekreteri Bohdan Okhrimenko, 37 farklı ülkeden 136 paralı askerin ele geçirildiğini duyurdu. Rusya saflarında savaşan bu yabancı askerler incelendiğinde sosyoekonomik seviyesi düşük ülkelerden iş ve yasal oturum vaadiyle getirilenlerin çoğunlukta olduğu görülüyor. Rusya ekonomik kırılganlığın üzerine kurulan bu sistemle savaşın insan kaynağını karşılama hedefinde.

Rusya’nın bu konudaki stratejisi net. İçeride azalan motivasyonu ve insan gücünü dışarıdan çoğu zaman çaresizlikle bu ilanlara tutunan yeni asker profilleriyle telafi etmek. Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı’nın açıklaması, Rusya’nın sadece Nisan 2023–Mayıs 2024 döneminde 1500’den fazla yabancı savaşçıyı saflarına kattığını ortaya koyuyor. Bu sayı, Moskova’nın karşı karşıya kaldığı asker açığını da gösterir nitelikte.

Yabancı savaşçılar Kremlin açısından iki işlev birden görüyor. Bir yandan kayıpların neden olduğu boşluğu dolduruyorlar, diğer yandan da en tehlikeli hatlarda kullanılabilecek “harcanabilir insan gücü” rolünü üstleniyorlar. Kısacası yabancı savaşçılar Rus ordusunun büyüklüğü içinde sayısal olarak küçük bir detay olsa da savaşın sürdürülebilirliğinin ne ölçüde dış kaynaklara bağımlı hale geldiğini gösteren kritik bir gösterge.


Bu tabloyu daha çarpıcı kılan ise Rusya’nın yabancı asker kaynağının küresel ölçekte dağılmış farklı topluluklardan beslenmesi. Veriler, Moskova’nın ekonomik baskı altındaki insanlara, göçmenlere ve öğrencilerine yöneldiğini gösteriyor. Listenin başında Kuzey Kore var. Tahminen 12 bin Kuzey Koreli, iki ülke arasında yapılan anlaşma kapsamında savaşmak için Rusya’ya gönderilmiş durumda.

Rusya’nın bir diğer büyük havuzu ise Orta Asya. Ukrayna Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin verilerine göre en az 2715 Özbek, 1599 Tacik, 1190 Kazak ve 687 Kırgız cephenin Rusya tarafında savaşıyor. Özellikle Orta Asya’dan gelen göçmen işçilerin sistematik bir şekilde cepheye gönderildiği de iddia edilmekte. Zira bu topluluklar hem ekonomik kırılganlık hem de hukuki güvencesizlik nedeniyle en kolay yönlendirilebilir gruplar.

Listede Belaruslu askerler de dikkat çekiyor. 1338 Belaruslu, Moskova’ya verilen politik desteğin sahadaki somut karşılığı olarak Rus ordusuyla birlikte savaşıyor. Bir başka önemli kaynak ise Afrika. Kenya Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz günlerde 200’den fazla Kenyalının Rusya tarafından 18 bin dolar vaat edilerek kandırıldığını açıkladı. Ukraynalı yetkililer ise toplam 36 ülkeden 1400’den fazla Afrikalının Rus birliklerine katıldığını raporluyor.

Bu ülkelerin yanı sıra ekonomik veya ideolojik motivasyonlarla Somali’den Suriye’ye, Hindistan’dan Nepal’e, Çin’den Sırbistan’a kadar farklı coğrafyalardan gelen savaşçılar sahada yer alıyor. Bir diğer dikkat çekici örnek ise Kübalı savaşçılar. Tahminlere göre 20 bin Kübalı çeşitli motivasyonlarla Rus ordusuna katılırken Ukrayna bu gelişmelere paralel olarak geçtiğimiz aylarda Havana büyükelçiliğini kapatma kararı almıştı.

Rus ordusuna Avrupa ve ABD’den gönüllü olarak katılanlar da var. Bu bölgelerden birçok genç, ideolojik sebeplerden veya sadece macera peşinde koştukları için gönüllü olarak Rus ordusunda yer alıyor. Bunlardan birisi de CIA’in üst düzey yöneticilerinden birinin oğlu olan Michael Gloss’tu. 2023’te Rusya’ya giderek orduya katılan Gloss, ailesinin tüm çabalarına rağmen Donetsk’te süregelen savaşta hayatını kaybetti.

Rusya’nın yabancı asker devşirme yöntemi işgal altındaki Ukrayna topraklarında da görülüyor. Rus güvenlik güçleri özellikle genç erkek öğrencilerin Rus ordusunda yer almalarını teşvik ediyor. Üniversitelerde düzenlenen askeri kariyer etkinlikleri, burs vaatleri ve Rus pasaportu almayanların eğitim veya sosyal haklarını kaybedeceği yönündeki tehditler, bu bölgeleri sistematik bir askere alma sahasına dönüştürmüş durumda.

Üstelik işgal altındaki Ukrayna topraklarında yer alan kontrol noktalarında gençlerin zorla kayıt altına alındığını ve bazı kişilerin evlerinden alınarak seferberlik merkezlerine götürüldüğü de iddialar arasında. Böylece pek çok Ukraynalı kendi ülkelerine karşı savaşmaya zorlanıyor. Bu durum, Rusya’nın işgal altındaki bölgelerde askeri kapasitesini artırmak için baskı ve kimlik politikalarını eş zamanlı kullandığını ortaya koyuyor.

Rusya’nın bu kadar geniş bir yabancı savaşçı havuzuna ulaşabilmesinde sosyal medya platformları üzerinden yapılan dijital reklam kampanyaları önemli bir role sahip. Geçtiğimiz yıl askere alım kampanyalarının yalnızca %7’si yabancıları hedef alıyorken, bu yıl gerçekleşen her üç reklam kampanyasından birisi yabancılara sesleniyor. Bu kampanyaların merkezinde ise eski Sovyet ülkelerinin Rusça konuşan vatandaşları ile Afrika ülkeleri yer alıyor.

Yabancı savaşçı ağının ikinci ayağını ise Rusya’nın kültürel kuruluşları ve diaspora örgütleri oluşturuyor. Rossotrudnichestvo gibi kurumlar eğitim bursları, mesleki kurslar veya vize kolaylıkları sunarak insanları resmi Rus kanallarına çekiyor. Bu süreç çoğu zaman masum bir kültürel etkileşim olarak başlıyor ancak kısa süre içinde “askeri kariyer fırsatlarına” yönlendirilen bir propaganda hattına dönüşebiliyor.

En sert yöntem ise emek göçü üzerinden uygulanan baskı. Rusya’da çalışan göçmenler, oturma izinlerini veya vatandaşlık haklarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya bırakılıyor. En az 20 bin Orta Asyalı göçmenin vatandaşlıklarının iptali veya sınır dışı tehdidiyle Rus ordusuna dahil edildiğini belirtiyor. Ekonomik ve hukuki güvencesizliğin birleştiği bu ortam, göçmenleri neredeyse seçenek bırakmayacak şekilde cepheye doğru itiyor.

Rusya’nın yabancı savaşçılara sunduğu vaatler ise cepheye gidildiğinde hızla buharlaşıyor. Birçok kişiye başlangıçta inşaat, yol yapımı, lojistik destek veya mutfak hizmetleri gibi cephe arkası görevler önerilirken bu vaatler özellikle ekonomik motivasyonla gelenler için cazip bir fırsat olarak görülüyor. Ancak yabancıların önemli bir kısmı birkaç haftalık hızlandırılmış eğitimden sonra cephe hatlarına yer alan saldırı birliklerine sürülüyor.

Tüm bunlar Rusya’nın savaşı sürdürebilmek için giderek daha fazla yabancı insan gücüne dayandığını gösteriyor. Yabancı savaşçılar cephede boşlukları kısa vadede doldursa da bu durum, savaşın meşruiyetinin ve Rus askeri kapasitesinin yapısal kırılganlıklar üzerine kurulduğunu ortaya koymakta. Dolayısıyla yabancı asker ağı, Moskova’nın gücünden ziyade savaşın sürdürülebilmesi için başvurulan zorunlu bir strateji olarak öne çıkıyor.

Savunma Teknolojilerinde Unicorn Yılı

Forbes’in verilerine göre 2025 yılı savunma teknolojileri açısından güçlü bir yatırım yılı ve küresel güvenlik mimarisinin girişimcilik ekosistemi üzerinden şekillendiği bir eşik olarak kayda geçti. Bu yıl yatırımcılar savunma odaklı girişimlere 48 milyar doların üzerinde sermaye aktarırken bu durum çağdaş savaş dinamiklerinde teknoloji şirketlerinin artan rolüne dikkat çekiyor.

Piyasa değeri 1 milyar doları aşan girişimler “unicorn” olarak adlandırılır. Bu yıl savunma teknolojilerinde gerçekleşen yatırım dalgası bu alanda 10 şirketin unicorn statüsü kazanmasını sağladı. Bu sayı, sektörde 2010-2015 yılları arasında ortaya çıkan unicorn sayısının tamamından daha fazla. Bugün savunma teknolojisi alanındaki aktif unicorn’ların toplam değeri ise yaklaşık 495 milyar dolar.

Kaynak: Quantum Systems

Artan bu girişimler savunma sanayinin küresel çapta yüksek hızda ölçeklenen bir teknoloji sektörüne dönüştüğünü gösteriyor. Bu dönüşümün arka planında özel sermayenin yanı sıra devlet harcamaları da var. Zira küresel savunma harcamaları üst üste onuncu yılında da artarak geçtiğimiz yıl 2,7 trilyon dolarlık tarihi bir seviyeye ulaşmıştı. Bu, bir önceki yıla kıyasla %9,4’lük bir artış anlamına geliyor.

Askeri harcamaların zirvesinde ise %37 ile açık ara ABD geliyor. Üstelik 2026 yılı için önerilen 1 trilyon dolarlık yeni savunma bütçesi önümüzdeki dönemde de ABD’nin bu alanda zirvede yer alacağını gösteriyor. Öyle ki bu bütçe 2021’e kıyasla %30, geçtiğimiz yıla kıyasla ise %13 daha yüksek. Bütçenin önemli bir kısmını ise Trump tarafından duyurulan Altın Kubbe füze savunma sistemi için ayrılan 25 milyar dolar ile uzay tabanlı askeri teknolojiler için ayrılan 34 milyar dolar oluşturuyor.

ABD’nin 2026 bütçesi, savunma teknolojilerinin neden yatırımcılar için cazip ve görece “güvenli” bir alan haline geldiğini açıklıyor. Hızla artan silahlanma ile devletler savunma sanayi girişimleri için uzun vadeli bir pazar haline gelmekte. Üstelik yatırımcılar askeri teknolojilerde artık çok sayıda küçük girişimlere yatırım yapmaktansa daha az sayıda fakat çok daha büyük ve iddialı projelere yatırımlarını yöneltiyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı ise yeni unicorn girişimleri için önemli bir test sahası oldu. Almanya merkezli Quantum-Systems’in geliştirdiği dronlar Ukrayna tarafından aktif olarak kullanılıyor. Benzer şekilde Portekiz merkezli TEKEVER’in geliştirdiği dronlar da aktif olarak kullanılırken bu dronların son üç yılda iki adet S-400 sistemi de dahil olmak üzere toplamda 4 milyar dolarlık Rus askeri varlığının imha edilmesine katkı sağladığı öne sürülüyor.

Uzay alanında ise Blue Origin’in eski mühendisleri tarafından kurulan ve bu sene unicorn statüsü kazanan Stoke Space, roketlerin %100 yeniden kullanılabilir olmasını hedefleyen iddialı bir model üzerinde çalışıyor. Bu yaklaşım uzay rekabetinin ticari boyutunun yanı sıra askeri uzay teknolojilerinde de önemli bir rol oynama potansiyeline sahip. Govini ise ABD ordusuna sunduğu yapay zeka destekli silah sistemleri platformuyla dikkat çekiyor.

Askeri teknoloji alanında yaşanan dönüşüm aynı zamanda ideolojik bir boyuta sahip. Kaliforniya’nın El Segundo bölgesinde kümelenen ve “Gundo bros” olarak adlandırılan yeni girişimci topluluk, bilinçli bir şekilde kendilerini Silikon Vadisi kültüründen ayrıştırıyor. Daha milliyetçi, ideolojik olarak daha muhafazakar ve daha askeri odaklı bir teknoloji vizyonuna sahip olan bu topluluk Trump döneminin teknoloji alanındaki yansıması olarak dikkat çekiyor.

Tüm bunlar, girişimcilerin ve teknoloji şirketlerinin küresel güvenlik denkleminde giderek daha doğrudan aktörler haline geldiğini gösterir nitelikte. Savunma teknolojilerinin yüksek hızla ölçeklenen bir girişimcilik alanına dönüşmesi bir yandan devletlerin askeri kapasitesini artırırken diğer yandan güvenliğin piyasa mantığına ne ölçüde teslim edilebileceği tartışmasını da kaçınılmaz hale getiriyor.
Gri Bölge
15 Aralık 2025
-Trump Döneminde Amerikalı Olmak -Rusya’nın Yabancı Asker Ağı -Savunma Teknolojilerinde Unicorn Yılı